Toplum olarak tembellik var ruhumuzda. Gözün gördüğüne inanmak, gözün gördüğüne takılmak daha kolay geliyor çoğumuza. Ruha inebilnek,yürekle görebilmek, başka bir kabiliyet esasında.
Biraz gayret, biraz empati, biraz düşünmekle mesele hallolacakken, işin tembelliğine kaçıp somut olana, ruhun yürekle gördüğüne değil, gözün gördüğüne dayandırıyoruz düşüncelerimizi. Oysa ideali, öze inmek değil midir? Öz, derinliklerde gizli değil midir?
Evet; biraz çaba gerektiriyor lakin aslolan yapılması lazım gelen bu değil midir?
Sokağa çıkıp ,toplumun içine girip, hareketsiz öylece durup sadece baktığımızda, gördüğümüz her biri birbirinden farklı şekillerde. el, kol ,ayak, yüz, ağız ,burun …
Üstelik bir kazayla, yada bir solukluk zamanla değişebilecek ölümlü şekiller.
Ya ruhlar?
Ruha hiç nazar etmeyi denedik mi? Ruhun kıvrımları var mıdır? Görebildik mi? O kıvrımlarda gezinmeyi denedik mi? Yok ,bunun yerine biz hep kapının eşiğinden kafayı uzatıp, gözün gördüğüne inanıp ön yargılarınızı şımartarak poh pohlayıp, servis etmeyi seçtik.
Güzel bir ruhta gezinmenin verdiği hazzı hissettik mi hiç?
Oysa derine inip güzelliği keşfetmeye çalışmak uğraştırıcı geldi .
Ben fiziksel engeli olmayıp ta, ruhu engelli çok insan gördüm .Kimdir ruhu engelliler bilir misiniz?
En başta empati yoksunları,merhametten uzak ,yalandan çekinmeyen, kalp kıran, hak yiyen ,kalbinde zerre sevgi olmayan vs vs..
Daha hırsızları,katilleri canileri saymıyorum bile….
Şimdi bu anlattıklarımdan sonra geçin bir kalabalığın ortasına da bakın bakalım, fiziksel engelliler mi tehlikeli, fikirsel engelliler mi?
Misafir Yazar Zuhal Terlikli’nin kaleminden